Hakan Dilek sanata nasıl bulaştı, biraz anlatır mısın?
Sanat sevgisi, resim öğretmenimin seramik sanatçısı olması, onun atölyesine onun aydınlatması ile başladı, güzel resim yapan arkadaşlar da cabası.
Ayrıca ressam olan anneden gelen bir resim sevgisi de vardı, evvelden beri, yeşerdi sonradan.
Üniversite çağlarından sonra, arkadaşların baskılarıyla 2001 yılında ilk kişisel sergimi açtım, Taksim Sanat Galerisi vardı o zaman.
Sergide işlerimin çoğu satıldı. Tepkileri çok sevdim. İkinci sene o gazla 5 tane kişisel sergi açtım, öyle devam etti.
Ardından 15 sene kadar sergi açmamaya karar verdim sadece resim yaptım. Sonra tekrar açmaya karar verdim, falan işte.
Yanar döner mahluk bu insanoğlu...
Biz biraz sanat malzemesi delisi olduğumuz için, önce kullandığın malzemelerden bahsetmek isteriz. En çok tercih ettiğin sanat malzemesi hangisi?
Valla, tez canlı olduğumdan çabuk kuruyanları seviyorum ama tüm boyaları birlikte kullanıyorum. Akrilik ile yağlı boya, sulu boya, kumaş-seramik boyaları... Hepsi aynı tuvalde olabiliyor, almak istediğim efekte göre.
Eskiden bit pazarlarından bozuk boyalar alıp karıştırıyordum mesela, şimdi bulamıyorum.
Nerede o eski bit pazarları...
Eserlerinde harika detaylar var. Nasıl bu kadar ince çalışmaya başladın? Kendi tarzını nasıl oluşturdun?
Ben genelde grafik tadında temiz resimler yapıyorum, grafik, karikatür, fovizm, kübizm, sulu boya, minyatür, çocuk resmi vs gibi tarzlar birlikte harmanlanmış oluyor, kendiliğinden. Boyaları mümkün mertebe transparan kullanıyorum ki ışık altında tuvalin beyazlığı vitray gibi parlasın.
Biraz baskı havasında olmasını seviyorum. Boya ince, konturlar temiz olunca genel soru “baskı mı ?” veya “bu konturları kalemle mi yapıyorsunuz?” oluyor. Seviyorum bunu; anlaşılamamasını.
Bizimki de böyle ufak mutluluklar işte.
Eserlerine baktığımız zaman figürlerin ve çizgilerin dışında en çarpıcı olan kullandığın renkler. Böyle canlı renkleri bir arada kullanmaya nasıl başladın? Renk uyumları için önceden hangi renkleri kullanacağına karar veriyor musun, yoksa resmin akışında mı şekilleniyor?
Ben genellikle insanları işliyorum; onların toplumla, kendileriyle cebelleşmelerini diyelim.
Genellikle rengarenk ortamlarda hüzünlü ve mutsuz insanlar, resmettiklerim.
İnsanların iç çatışmaları ile toplumun onlara yakıştırdığı kimliklerin çatışmasını veya çakışmasını didikliyorum.
Bu çatışmayı renklerle vermek harika. Hayat da öyle değil mi? Dünyaya bakışına göre hayat bazen harika, rengarenk ama istemezsen yaşanılır şey değil, vallahi.
Uygulamaya gelince;
Renklerimi yaptığım karışımlarım var. Önceden pek karar vermiyorum hangi renkleri kullanacağıma, spontane olmasını tercih ediyorum genelde.
Çoğunlukla ana renk kullanmıyorum. Karışımlar, sonra onların karışımları…Aynı resmi tekrar yapsam da karışımlar onların orijinal olmasını sağlıyor böylelikle.
Tüm renkler pek renkli değil mi yahu?
Hakan Dilek kendini nasıl tanımlıyor? Hakan Dilek bir sanatçı mı?
Valla bu ünvan çok görece bence. Ünvan mı o bile tartışılmakta. Kim karar veriyor, ne için veriyor, netleşemedi.
Kimsenin de tekelinde değil diye düşünmekteyim ama ünlü isen sorun yok.
Herkes içinden sanatçı olduğunu düşünüyor, aslında ama gel gelelim tevazu “öyle değilim” demeyi gerektiriyor.
Zanaatkarlık ile çok karıştırılmakta. Zira artık illa somut ürünler sanat değil. Fikirler önemli, hatta daha önemli.
Çok uğraşmıyorum o yaftalarla açıkçası.
Bana ne...
Bu sıralar ne üzerine çalışıyorsun? Özel bir konu ya da seri var mı?
Küçük işlere sardım diyebilirim.
Kendim de birçok şeyi almak istediğimden biriktirmeye olanak sağlaması adına ve fiyatları ulaşılabilir olsun diye küçük işler yapıyorum, kendim gibi insanlara. Satarken de hem seviniyorum, hem üzülüyorum, gariptir.
Hem daha çok mekana, insana ulaşmak için hem de kendim gibi birçok şeye sahip olmak isteyen insanların o tatmininde payım olsun diye. Hatta kendinden çerçeveli işler peşindeyim. Onunla da uğraşmasınlar –hem de resmime müdahale etmesinler- diye.
Büyük ölçekli işler (genelde) büyük bedeller ödenerek alınabildiğinden, insanların çok küçük bir kısmına hitap eder hale geliyor bir süre sonra.
Sanatsal işler almak sonuçta bir alışkanlık, ulaşılabilir olması o alışkanlığı destekleyecektir diye düşünenlerdenim.
Ama büyük çalışmanın tatmini başka, onlardan tabii vazgeçemiyorum.
Küçüklerde de bir konuyu ele alıp o seriden 50-100-150 tane (artık ne kadar çıkarsa) yapıp başka bir konuya geçiyorum. Zaten çalışırken konu da süreçte evriliyor. Örneğin evler kentler yaparken bir bulut çiziyorsun, sonra kendini bulutlu, dumanlı evler çizerken buluyorsun. Evleri bulutlandırmışız, çok mu?
Peki, "Hakan Dilek'e ait resim atölyesi, art shop, tasarım ofisinden oluşan pek kalabalık bir mekan" nasıl oluştu? Atölyeni nasıl ve neye göre düzenledin? Kendine en uygun ortamı nasıl yarattın?
Mühendisim, ardından iç mimarlık okudum.
Çok büyük projelerde 25 sene kadar proje müdürlükleri yaptım. Bu süreçte tabii kendi tasarımları da birikiyor insanın.
Bir süre sonra eteğimizdeki taşları dökelim dedik ve “Asorthinks” diye bir marka altında metal ağırlıklı tasarım ürünler imal etmeye başladık-demonte ürünler.
Durum böyle olunca atölyenin hep bir tarafı tasarım ofisi oldu.
Ara sıra kıramayıp çevreden gelen istekler doğrultusunda mekan tasarımları ve uygulamaları da yapıyorum. Dökümanlar – numuneler vs derken birikiyor haliyle.
Eskiden beri müzikle ilgili olduğum ve 10 yıldan fazladır imalat ve ithalatını yaptığım bir müzik şirketim de var. Davul çalıyorum yıllardır, zevkine… Onunla alakalı da üretimler yapmaktayım. Onlar da hep varlar doğal olarak.
Resim zaten malum bir hacim tutmakta ki ben çok üretirim. Durum böyle olunca mekan pek karışık oluyor.
Sırf bu kalabalık ve artık sığamamaktan dolayı 11 yıllık atölyemden taşındım iki katlı daha büyük bir yere geçtim ama ben bu kalabalık durumu da çok seviyorum. Çok işle uğraşmak beni hayata bağlıyor. Aktif dinlenmeyi öğrendim.
Seviyorum,kardeşim.
Kasım'19 Sanat Kutusu'ndan harika çalışmalarından biri çıktı. Bize bu eserinin öyküsünü anlatır mısın?
Bu son zamanlarda yaptığım büyük işlerden biri. 120 x 120 cm ebatlarında ve tuval üzerine akrilik boyalarla yapıldı.
Adı: Fantastik tekli. Tek başına dev kadro yani.
Saçları gibi görünen lüleleri, yaptığı işleri, geçirdiği tecrübeleri, eski aşklarını, belki halen sürenleri vs siz ne derseniz onları ifade etmekte.
Ama halen dik duruyor, üstelik bu sadece onu tanımlayanların bir kısmı. Yani yüzünün diğer görünmeyen diğer kısmı kim bilir ne hikayeler barındırıyor.
Hem de halen pek jan janlı..
Sanata yeni bulaşmış ya da sanatın zaten içinden olan okuyucularımıza vermek istediğin bir tavsiye ya da söylemek istediğin herhangi bir şey var mı?
Akıllı olsunlar.