YAZAN: DİLEM CENGİZ
Sanayi ve teknolojinin gelişmesi, dünyadaki üretim biçimlerinin değişmesi dolayısıyla “tüketim” kavramını da sıklıkla duyar olduk. Modern çağın insanları olarak maddi/manevi her şeyi; ilişkileri, doğal kaynakları, sosyal ve kültürel değerleri, edebiyatı ve sanatı tüketiyoruz. Bu tüketim halinde, satın aldığımız ürüne olan ihtiyacımızdan ziyade, o nesnenin bizim sosyal kimliğimizin inşasında oynadığı rol önemli hale geliyor. Zaten kapitalizmin beslendiği kaynak da tam olarak bu.
Yaşadığımız toplum, on dokuzuncu yüzyılın başlarından beri, sosyolog ve ekonomistler tarafından tüketim toplumu olarak tanımlanıyor. Sosyolog Herbert Marcuse’ye göre, tüketim toplumunun dinamikleri, insanları tüketime dayalı yaşam biçimlerini satın almaya zorlayan ve yanlış/sahte ihtiyaçlar üreten bir sisteme dayanır. Sosyal kimliğimizin inşası ise bir anlamda işte bu sahte ihtiyaçların tüketimiyle gerçekleşir.
Tüketme alışkanlıklarımızı ya da neyi tüketeceğimizi belirleyen önemli öğelerden biri ise kültürdür. Bilgi birikimi, eğitim seviyesi, sanat ve estetik değerleri gibi karmaşık birtakım parametreler bir araya gelerek bizim satın alma alışkanlıklarımızı belirler. Sanat, satın alınabilir bir nesne formuna döndüğünde ise birey/toplum tarafından tüketilebilir bir hal alır. Bir evin duvarına asılan o çok pahalı tablo, bir süre sonra anlamından koparak, duvarı renklendiren bir dekor haline gelir. Çünkü sanatın ihtiyacı olan şey etkileşimdir. Etkileşim ortadan kalktığında geriye sadece o tabloyu yaratmak için kullanılan araç gereç, yani sanatın malzemesi kalır.
Son zamanlarda özellikle ressamların maruz kaldığı tüketilme durumu da böyle bir şey. Bilhassa Frida, Van Gogh, Klimt’in en çok maruz kaldığı nesneleştirme, sanatı ve bizim sanata bakışımızı nasıl etkiliyor? Ya da bu nesneleri neden satın alıyoruz? Aslında burada yukarıda bahsettiğimiz “sosyal kimlik inşası” devreye giriyor.
Örneğin, üzerinde Van Gogh’un Yıldızlı Gecesi baskısı olan çantayı gören bir diğer “Van Gogh sever”, çantayı taşıyan kişinin kültür, eğitim, ortalama müzik zevki ve hatta muhtemel gitmeyi sevdiği mekanlara kadar çıkarım yapabiliyor. Bu da toplum içerisinde, birbiriyle aynı zevkleri paylaşan bireylerin, minik bir topluluk oluşturarak birbirlerini tanımalarını sağlıyor.
Peki, sanat bundan nasıl etkileniyor? Tabi ki bağlamından koparak. Her ressamın, her sanatçının, ortaya koyduğu eser dışında bir de göz ardı edemeyeceğimiz toplumsal arka planı var. Frida’nın eserleri kendi döneminin tarihsel ve bireysel belleğinin izlerini taşır, Klimt’inki kendininkini. Bunun yanı sıra temsil ettikleri sanat düşüncelerinin izleri de o eserlerdedir.
Defter, tshirt, kalem, cüzdan, bez çanta, telefon kılıfı, mücevher vs. gibi sayamayacağımız kadar çok çeşitlilikteki günlük kullanım eşyalarından; duvar saati, kahve fincanı gibi ev eşyalarına kadar çok geniş bir ürün skalasında karşımıza çıkan bu nesnelerle ne yapmalıyız? Elbette sevdiğimiz bir ressamın eserini günlük hayatımızda görmekten keyif alabiliriz. Ama burada önemli olan nokta, onu sadece bir tüketim nesnesi olarak mı algılıyoruz yoksa bu tercihi bilinçli olarak mı yapıyoruz sorusunun cevabını verebilmekte.