YAZAN: RABİA GÖKÇE YAZICI
20. yüzyılın en önemli sanatçılarından Kandinsky, bir hukuk öğrencisiyken ruhsal ihtiyacını giderdiğini düşündüğü sanata yoğunlaşarak ilk resimlerini yapmaya başladı. Elbette ki ilk resimlerinde soyutun öncüsü olacağını tahmin etmiyordu çünkü bu henüz keşfetmediği bir yeteneğiydi. Onun bu yeteneğini keşfetmesini sağlayan en önemli olay Monet’in Haystack adlı eseriyle karşılaşmasıydı. Sonraları Kandinsky bu karşılaşma için şunları söylemiştir: “Bu resim bütün fantezisiyle, bütün büyüleyiciliğiyle kendini bana sundu. İçimde ilk kez bir tabloda mutlaka bir nesne bulunması gerektiğine dair şüpheler doğurdu.”
Kandinsky’nin kendiyle ilgili keşfettiği tek şey resimdeki nesnelere olan şüphesi değildi. Kandinsky’nin duyularının başka bir duyguyu harekete geçirme yeteneği vardı.
Bilimsel literatürde sinestezi algı denen bu farkılılık onun her somut nesneyi beyninde soyut formlara dönüştürmesini sağlıyordu. Kandinsky için duyduğu seslerin beyninde somut bir karşılığı vardı. Duyduklarının rengini ya da şeklini hayal edebiliyordu.
Hatta Kandinsky bu farklı deneyimini Wagner’in Lohengrin operasını dinlerken “kafamdaki tüm renkler gözümde canlandı” şeklinde ifade etmiştir.
Bütün bunlardan sonra Kandinsky’nin sanatı kademe kademe soyutlaşmaya, dönemin en çok ses getiren akımı sembolizmden beslenmeye başladı. Kandinsky sanatını daha da devam ettirecekken I.Dünya Savaşının başlamasıyla Moskova Üniversitesinde profesör olarak çalışmaya başladı ve sanatına ara verdi. Savaşın bitmesinin ardından Sovyet rejiminin sanat anlayışına ters düşmesinden dolayı (Sovyet rejimin sanat anlayışı tamamen rasyonellik ve nesneler üzerine kuruludur) Almanya’ya giderek dönemin en önemli sanat okulu Bauhaus’ta dersler vererek soyut sanat algısının yayılmasını sağlamıştır.
Dönemin şartlarıyla beraber düşününce, 20.yüzyılın başlarında soyut resim ne yazık ki tam anlamıyla kavranmadı. Kandinsky ve taraftarları o zamanın kabul görmüş akımlarına meydan okusa da soyut sanat ve kuramları döneminden çok sonra anlaşıldı.
Rasyonel kuralların sanatta yer almak zorunda olmadığını savunup sanatın özgürleşmesini sağlayan Kandinsky sayesinde artık günümüzde gezdiğimiz her sergide, izlediğimiz her filmde soyut sanatla karşı karşıyayız. Hiçbir dayatma olmadan. İçimizden geldiği gibi. Nasıl hisseder nasıl aktarmak istersek o şekilde. İyi ki varsın soyut sanat, teşekkürler Kandinsky!