Sanat Ne İşe Yarar ki?

Sanat Ne İşe Yarar ki?

YAZAN: ŞİRİN ÖTEN

Bugün sizlere, tiyatro tarihine damgasını vurmuş bir oyuncu ve tiyatro kuramcısının, hayat hikayesinden bahsetmek istiyoruz. Erwin Piscator, bugünden bakıldığında “geçerliliğini yitirmiş olduğu” düşünülen “Politik Tiyatro” kavramının öncüsü olarak biliniyor. Bu kavram ve bu kavramın geçerliliğini yitirip, yitirmediğiyle ilgili söylenecekleri tiyatro insanlarına bırakıp, onun yaşamında önemli bir kırılma yaratan Birinci Dünya Savaşı’na götürmek istiyoruz sizi…

Piscator, Berlin’de bir oyuncu ve kendi halinde şiirler yazan genç bir adamdır. 1915’yılına kadar, savaşa dışardan bakan ve gündelik hayatına etkileriyle sanat üretmeye çalışan bir genç olarak, elbette savaş karşıtı şiirler yazmaktadır. Babası Papaz ve tam bir yurtseverlik öğretisiyle yetiştirilmiş olan Erwin, aynı zamanda sorgulayan bir sanatçı olarak, dönemin politik ortamında yaşananları değerlendirmekte ve doğru ile yanlışı yerli yerine koymakta zorlanıyordu. İlk muayenede fiziksel nedenlerle askere alınmayışına çocuklar gibi sevinen yurtsever babasından tutun da, Avrupanın entelektüel kesiminin sırt çantalarına Goethe ve Nietzsche’yi koyarak cepheye koşmalarına kadar, tanımlanması kolay olmayan yığınla şeye dışarıdan bakıyor ve sorguluyordu. Her ne kadar savaş karşıtı şiirler yazsa da, çağrı emrini aldığı gün cepheye katılmakta hiç tereddüt etmedi. Çünkü savaşa karşı bireysel bir başkaldırıyı çok da anlamlı bulmuyordu Piscator.

Kendi anlatımıyla Piscator, 1915 Ocak ayında, yakası 10 cm. büyük, ağası dizlerine gelen bir üniforma, biri 42 diğeri 39 numara postallarla ve buruşuk bir keple cephedeydi artık. 1915 yılının meşhur “Bahar Saldırılarında” yani cephenin en kanlı günlerinde, hayatı boyunca sanat ve edebiyatla ilgilenmiş bir oyuncu olarak Piscator, savaşın tam ortasındaydı. Yok olan birliklerin yerine cepheye sürülüyorlardı. Yine kendi ifadesiyle “bombalar tepelerinde patlıyordu.” Komutanları, dağılmalarını ve derhal kendilerine birer siper kazmalarını emretti. Kendisi dahil tüm askerler emri yerine getirmek için var güçleriyle, süngülerini toprağa daldırarak siper kazıyorlardı. Bu kez, askeri emre itaat etmekten daha çok bir can havli söz konusuydu askerler için. Çünkü eğer siper kazıp toprağa giremezlerse, tepelerinde patlayan bombalar, bedenlerinde patlayacaktı. Buna rağmen Piscator, emri yerine getiremiyordu. Herkes hızla kendi siperini derinleştirirken, Piscator bu işi beceremiyordu bir türlü. Çavuş yanına geldi ve aralarında şöyle bir diyalog geçti;

  • Devam et, Allahın cezası!
  • Yapamıyorum.
  • Neden o?
  • Yapamam.
  • Mesleğin ne senin?
  • Oyuncu…

Bu kısacık diyaloğun, etrafında patlayan bombalar arasında Piscator’u nasıl etkilediğini, bizzat kendi anlatımından dinleyelim.

“Patlayan bombalar arasında, “oyuncu” sözünü ettiğim anda, tüm gücümle uğraştığım mesleğime ve sanata olan bütün inancım çok komik, çok aptalca, muhteşem biçimde yanlış, kısacası duruma göre son derece abes, benim, bizim yaşantımızla ilgisiz, çağa ve günümüze hiç uymayan bir şey olarak göründü. Öyle ki, mesleğime duyduğum utanç, patlayan bombalara duyduğum korkudan büyüktü.”

Piscator, sonradan kendisinin de “küçücük bir olay” olarak adlandırdığı bu olaydan sonra, tüm hayatını sanatın ne olduğunu aramaya adıyor ve sonraları yaptığı çok ses getiren büyük prodüksiyonlarda bile hiçbir zaman “işte şimdi oldu!” diyemiyor ve arayışını sürekli sürdürüyordu. Ancak yaşanan bu olay onun arayışına önemli bir yön verdi, elbette. Yaşadığı bu an ona, sanatın her durumu yakalaması ve her yeni durumda kendini yeniden kanıtlaması gerektiğini ve sanatın gerçeklerden utanmaması gerektiğini söylüyordu. Bu ilk dürtüyle daha cephede, savaşın ortasında, “utanmayacağı, arkasında durabileceği” yeni bir sanat kavramını kovalamaya başladı. Bazı girişimlerde bulunup, Cephe Tiyatrosunu kurdu. Tam olarak herşey istediği gibi gitmese de, cephedeki deneyimleri onu kendi mesleği açısından önemli bir noktaya getirmişti. Yine kendisine kulak verelim;

“Sanat için sanat artık beni doyuramazdı! Öte yandan, bu iki yolun birleşebileceği, eylemci, mücadeleci, politik yeni bir sanat kavramının var olacağı bir nokta da göremiyordum. Zayıf bir biçimde algıladığım herşeyi, güçlü bir biçimde şekillendirebilecek yeni bir kuram, duygularımdaki bu değişimleri de kapsamalıydı.”

Hikayenin bundan sonrası, yani Piscator’un yarattığı yeni sanat kuramı ve ortaya koyduğu üretimler daha teknik ve akademik konular, ancak bu hikayenin bizi etkileyen noktası sanat kavramının tarihteki serüveniyle ilgili olan kısmı. Piscator’un, savaşın gerçekliği içinde sanata karşı yabancılaşması bir tesadüf değildi. 18. Yüzyılın başlarından itibaren Avrupa’da kurumsallaşmış sanat anlayışı, sanatı yaşam gerçekliğinden öylesine koparmış durumdaydı ki, Piscator’un yaşadığı yabancılaşma, sadece ona özgü değildi. Savaş döneminde bir çok Avangart sanat akımının ortaya çıkmasına sebep oldu. Dadaistler, fütüristler Avrupa’nın bu yaşamdan kopuk, sırça kafeslerden dünyaya bakan, sanat ve sanatçı yaklaşımına isyan eden yeni sanatçılardı aslında. Yani Birinci Dünya Savaşı, insanların her koşulda ve durumda sanata ihtiyacı olduğunu ve sanatın, sanat galerilerine özgü olmadığını haykırmasına sebep oldu. Aristokratların kendi tekellerinde tutmaya çalıştığı sanat kavramı, gerçek sahipleri tarafından alındı ve önce cephede, savaş sonrası kabare ve varyetelerde, hatta sokaklarda yeniden şekillenmeye başladı. 1700’lü yılların başında başlayan sıkışma, 1900’lerin başında kırılma yaşadı ve yeni bir form kazanmaya başladı. Belki yeni bir Dünya savaşı yaşamıyoruz, ancak içinden geçtiğimiz günlerin de yeni kırılmalara gebe olamayacak kadar acısız olduğunu söyleyemeyiz öyle değil mi?

Değişen tanımlara, kırılmalara, akımlara ve eğilimlere bakınca gördüğümüz tek şey, söz konusu sanatsa, ne tek bir doğru var ne de tek bir gerçek. Piscator’un ortaya koyduğu sanat kavramına karşı çıkan ve “öyle değil böyle olmalı” diyen ilk kişi kendi öğrencisi Brecht’di. Sonra da birileri Brecht’in karşısına dikildi, karşısına dikilmeyenler de aslında onun ortaya koyduğu kavramları bambaşka yorumladı. Sanat kendine koyulan tüm sınırları ve kuralları üzerinden silkelemeyi hep başardı. Başarmaya da devam edecek… Sanata bulaşmak için hep bir bahaneniz olması dileğiyle…     

Back to blog

1 comment

Icinizdeki sanatciyi uyandirmak icin savas cikmasini beklemeyin. Herkesin savasi kendine buyuktur zaten, bu sebepten cektiginiz acilari ya da mutluluklari anlasilir bir sekilde disa vurun. Sanat budur.

Tunc Suerdas

Leave a comment

Please note, comments need to be approved before they are published.