YAZAN: ŞİRİN ÖTEN
Dilimize Fransızca “Atélier” sözcüğünden geçmiş, kimi yerlerde karşımıza “Atölye” kimi yerlerde “Atelye” hatta son zamanlarda “Atélier” olarak da çıkan bu sözcüğün dilimizdeki karşılığı ise; İşlik. Fransızca’da özellikle “ressam işliği” olarak yaygınca kullanılıyor. Açıkçası, başlıktaki sorunun doğru bir cevabı yok. Çünkü dil biliminde yanlış da olsa, kullanımı yaygınlaşan kelimeler, bir süre sonra o dilin sözlüklerinde kendine yer buluyor. Yani artık “Atölye yahut Atelye” kelimelerinin her ikisi de dilimize yerleşmiş kelimeler olarak kabul ediliyor. Ancak dil kuralları gereği, bir dile başka bir dilden yerleşen kelimeler, yerleştiği dilin telafhuz kurallarıyla uyumlanır. Yani “Brevet” kelimesinin dilimize “Bröve” olarak yerleşmesi örneği de bize gösteriyor ki, “Atélier” kelimesinin dilimizdeki doğru karşılığının teknik olarak “Atölye” olması gerekir. Ancak neden günümüzde “Atelye” ve “Atélier” kelimelerinin kullanımı bu denli yaygın ve hatta mesleki eğitim veren bazı okullar dışında, bu kelimelerinin Türkçe karşılığı olan “İşlik” neredeyse hiç kullanılmıyor?
Yukarıda yaptığımız etimolojik girişten sonra, bloğumuzdaki diğer yazılardan alışık olduğunuz üzere, konuyu sanat algımızdaki ilginç ve içselleştirdiğimiz, kabullere bağlayacağız yine...
Önce küçük bir deneme yapalım. “Sanat işliği” ifadesi sizde nasıl bir çağrışım yapıyor? Sanat ile “hobi” düzeyinde uğraşan biri için “işlik” soğuk bir ifade gibi… Çünkü “hobi” zevk ve eğlence için yapılan aktivite olarak dilimize yerleşmiş durumda. Ancak Almanlar ve Fransızlar, “Hobby” kelimesini “Zevk ve eğlence için yapılan aktivite yahut meslek” olarak tanımlıyor. Finlandiya’da ise “hobby” kelimesi “Sideline” yani “ek iş” kelimesiyle eş anlamlı kabul ediliyor. Dolayısıyla, hobileriyle bir “işlikte” üretim yapmak kimseye garip hissettirmiyor. Ancak ülkemizde “işlikler” daha çok zanaatkarların üretim yapabileceği ortamlarmış hissiyatı yaratıyor. İşlik kelimesi “Demir işliği, torna işliği” şeklinde karşımıza sıkça çıkabiliyor. Ancak “resim işliği, seramik işliği” gibi ifadeler kulağımızı tırmalıyor ya da en azından alışık olmadığımız bir ifade biçimi olarak kendini yadırgatıyor. Oysa “Sanat Atölyesi” yahut “Sanat Workshopu” ifadeleri, hatta “Cam Atelier” gibi ifadeler kulağımıza tuhaf gelmeyecek kadar bilindik bir hal almış durumda.
Dil incelemelerine yeni bir soluk getiren Saussure bize, 1800’lerin sonlarında, dillerdeki yerleşmiş kullanımların, sosyolojik temelleri olabileceği konusunda yeni bir ufuk açtı. Bu perspektiften baktığımızda “Atölye” kelimesinin orjine daha yakın olan “Atelye” biçiminde kullanılmasındaki ısrar ve özellikle “Sanat atölyeleri” ifadesinin sahiplenilmesi ancak “Sanat işliği” ifadesinin yaygın olarak kullanılmaması gibi sonuçlar birkaç sosyolojik duruma işaret eder nitelikte. Bunlardan biri ülkemizdeki sanat algısının inşasında, yüzümüzü olması gerektiğinden fazla Batı’ya dönmüş olmamız. Batı sanatına yaklaşma çabamız, özellikle sanat literatürümüzü dilimize yerleşmiş yabancı kelimelerden inşa etme eğilimimizi güçlendiriyor. Batı Sanatı karşısında, kendi sanatımızı biraz ilkel tanımlamak, ne yazık ki Batı’nın “Kültür Emperyalizmi”nin bir sonucu. Dolayısıyla sanat terimlerimizi kendi dilimizden değil de, Batı dillerinden seçmek doğal bir eğilim olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer sosyolojik durum ise "Zanaat” ve “Sanat” kavramlarını birbirinden keskin bir biçimde ayırmaya çalışma eğilimimiz. Sanat üretimini bir “iş” olarak değil “eser” olarak tanımlamak, ona daha kutsi ve ayrıcalıklı anlamlar yüklememize olanak veriyor. Sanatı bir iş, bir meslek olarak görüp, bir “işlikte” sanatsal üretim yapma fikri, sanata vermemiz gerektiğine inandığımız ayrıcalığa gölge düşürüyor, “Sanat işliği” ifadesi bize soğuk ve sevimsiz görünüyor.
Yazıyı sonlandırmadan önce, bir şeyin özellikle altını çizelim:
- “Sanat Atelyesi” yahut “Sanat Atölyesi” demek yanlıştır sonucuna varmaya çalışmıyoruz,
- Bütün bunlar dış mihrakların oyunudur gibi sonuca varmaya çalışmıyoruz.
- Bundan sonra herkes “Sanat İşliği” desin ve dilimiz yozlaşmasın gibi bir iddiamız asla yok.
Sadece hayatımıza yerleşmiş, küçük detaylar gibi görünen bazı olguların rastgele tesadüfler olmadığına işaret etmeye çalışıyoruz. Hepimiz birçok sözcük için bazıları şehir efsanesi olabilecek hikayeler duymuşuzdur. Diller sürekli kendini yenileyen canlı organizmalar gibidir ve bu organizmaların en büyük gıdası toplumsal algılardır. Dilde gerçekleşen bir evrim, bir eğilim, yaygınlaşmış bir yanlış kullanım koca bir toplumun eseri olarak görüldüğünde, ilginç bir görme biçimine ulaşmak mümkün olabilir. Yazımızda buna dair ufak bir örnek yaratmaya çalıştık.
Sanat, ister işliklerde, ister atölyelerde üretilmiş olsun, sanat bir görme, anlama ve yorumlama aracıdır. Yeter ki üretelim, yeter ki üretmeye devam edelim. Bol sanatlı günler…