YAZAN: ŞİRİN ÖTEN
Şimdi sizinle kısacık bir oyun oynayalım! Gözünüzü kapayın ve aklınıza “Hobi Malzemeleri” denince nelerin geldiğini sıralayın. Boyalar, vernikler, fırçalar, kalemler, kil, çamur, boncuklar ve daha bir sürü şey. Peki, binlerce yıldır sanat eserlerinde kullanılan bu malzemelere bugün neden “Hobi Malzemeleri” demeyi uygun görüyoruz? Dilimize yerleşen ve hiç yadırgamadığımız bu söylemin derinlerde bir yerlerde yatan sanat algısıyla ilgisi olabilir mi? Ahşap Boyama kursuna giden ve onlarca ham ahşabı boyamış birinin kendine “Ben ahşap boyama sanatçısıyım” demesini hepimiz bir parça yadırgarız. Şimdi yadırgamadan kullandığımız cümlelere bir bakalım.
- Kendi çapımda resim yapıyorum.
- Yani ben sanatçı değilim de hobi olarak…
- Ya, ben işte öyle oyalanıyorum.
- Kafa dağıtmak için boyuyorum bunları, bir şey olacağından değil.
- Sonuçta ben sanatçı değilim ama böyle yapınca da güzel oluyor, bakınca hoşuma gidiyor.
Bu ve benzeri cümleleri çoğaltmak mümkün. Bizim asıl anlatmaya çalıştığımız ise bu cümlelerin altında yatan “haddimi biliyorum” duygusu. Şimdi içinizden “sanatçı olmak kolay mı?” diye geçiriyor olabilirsiniz. Bu cümlelerin altında yatan duygunun saygıdan ileri geldiğini de pekala söyleyebiliriz. Ancak yine de sanat ve sanatçıya yüklenen fazladan anlamları ayıklamaya çalışarak, tekrar konuyu ele almakta fayda var.
Anver Ziss, Estetik adlı kitabında “Sanat; gerçek dünyadaki güzelliğe ilişkin bir görüş olarak ortaya çıkar, tasarımların görüngülerdeki güzelin özelliklerini ortaya koyup vurgular, onların insan üzerindeki etkisini arttırır, insanda, yaşamdaki güzelliği daha derinden tanıyıp kavrama yetisini ve ondan haz duyma gerekliliğini oluşturur” der. Sanat Felsefesinin en eski ve hala aşılamayan kuramcıları Platon ve Aristotales, sanatın insandaki güzellik arayışı olduğu konusunda uzlaşır. Aynı zamanda bir çok sanat felsefecisi için sanatın beslendiği en önemli model, doğanın kendisi ve içindeki güzellik değeridir.
Bu çerçeveden bakarak yeni bir soru soralım… Anadolunun en ücra köşesinde doğada uçan kuşu, dantel masa örtüsüne işleyen kadınlar ile bir ressamın tablosuna kuş çizmesi arasında dürtüsel bir farklılık olması mümkün müdür? Her ikisi de insanın doğadaki güzelliği yeniden üretmek arzusunun bir sonucu olarak değerlendirilemez mi? Eğer böyle bakılırsa birinin yaptığı işi, diğerinden daha üstün kılacak argüman bulmak çok kolay görünmüyor. Dantel işleyen kadınla, bir ressam arasındaki teknik bilgiyi mukayyese etmeye çalıştığımızı düşünelim. Ortaya çıkan eserlerin niteliğini değerlendirmek için kriterleri neye göre oluşturacağımızın cevabı koca bir soru işareti. Platon “Sanatta hiçbir yetersizlik, hiçbir kusur olamaz. Sanatın, kendi alanındaki şeyden başka bir şeyin işine geleni araştırması gerekmez. Bir sanat, sağlam oldukça, yani kendi bütünlüğü içinde kaldıkça, hiçbir kusura, hiçbir bozukluğa yer vermez” der. Peki öyleyse doğadaki güzellik bilgisiyle ve benzer malzemelerle üretilmiş objelerin hangisinin sanat eseri, hangisinin süs eşyası olduğunu söyleyebilmek nasıl mümkün olabilir? Bu doğrultuda ilerlersek kestirmeden “o zaman her şey sanat! Öyle şey olur mu canım?” noktasına varabiliriz. Bu da bizi biraz huzursuz edebilir ancak seri üretilmiş işlevsel eşyaları ve bunları üretenleri, 17. Yüzyıldan beri Zanaat ve zanaatkar olarak adlandırdığımız için, herşeye sanat diyemeyeceğimiz ortada. Ancak altını çizmek istediğimiz nokta da tam burası…
17. yüzyıl başlarına kadar kimse bir ressamla, dekorasyon amaçlı resim yapan badana ustası arasında fark görmüyorken, 17. yüzyıldan sonra oluşan orta sınıfın, kendisine hizmet eden başka bir sınıfa kazandırdığı saygınlık, günümüzde maksadını çok aşan bir algının oluşmasını sağladı. Sanat eserlerine ve sanatçılara yüklenen kutsi anlamlar, “sıradan insan ve ulaşılmaz sanatçı” mitini yarattı ve yaratılan bu algı, kendini “sıradan insan” olarak görenlerin sanatla arasında bir mesafe oluşmasına sebep oldu ne yazık ki… Bu yüzden en ilkel dürtülerle sanat üretme ihtiyacı duyan insanlar, bu girişimlerini hobi olarak adlandırmak, sanat malzemelerine “hobi malzemesi” ismini takmak zorunda kaldılar. “sanatçı” kelimesinin yalnızca bir meslek ismi olduğunu söylemek kulağa sert gelse de aslında tarihsel bir değerlendirmeyle bakıldığında gerçeğin ta kendisi. Zira “ayyakkabıcı” ayakkabı üretip satarak geçinen kişiyse, “sanatçı” sanat üretip satarak geçinen kişidir. İnsanlar mesleklerini en iyi şekilde yerine getirebilmek , kendilerini ne kadar geliştirmek zorundaysalar, bir sanatçı da o kadar geliştirmek zorundadır. Ne bir eksik ne bir fazla….
Diğer yandan, birileri insanın güzel arayışını beslemek görevini meslek edindi diye, bu meslekten olmayan biri kendisi ve sevdikleri için aynı işi yapamaz diyebilir miyiz? Bunu yaparken bir meslek erbabı kadar ustalıkla yapamayacağı söylenebilir ancak bunun ne denli önemli olduğu tartışmaya açık. Yani hobi olarak, oyalanmak ve kafa dağıtmak için ya da her ne sebeple olursa olsun ortaya estetik ve güzel bir ürün koyan herkes, sanat üretiminde bulunmuş olur. Bunu meslek edinmediği için, kendine sanatçı denmemesi böyle bir bakışla gayet de uygun karşılanabilir.
Bu yazının toplamından sanatçıyı değersizleştirmeye çalıştığımız gibi bir anlam çıkarmak kötü niyetli bir okuma olacaktır. Mesleğini iyi icra eden, ona değer katan, fark yaratan her insan değerlidir ve hak ettiği değeri görür. Ancak sanatçıların kutsal ve seçilmiş kişiler değil, kendini sanat üretiminde bulunmak için yetiştirmiş, bu yönde çalışmış kişiler olduğunu unutmamak gerekir. Doğayı ve toplumları gözlemlemek ve ordaki güzellik değerini yeniden estetik biçimde üretmek, elbette ki bir sanatçıya, mesleği ayakkabı dikmek olan birinden farklı özellikler kazandırır. Ancak asla bir ayakkabı ustası kadar iyi ayakkabı dikemeyeceğimizi söylemezken yahut onun bu yetkinliğine olağan üstü anlamlar yüklemezken kendini resim yapmak konusunda geliştirmiş bir ressamı kutsamak yersiz ve gerçeklikten uzak bir yaklaşım olacaktır. Bu yaklaşım bizim temel ihtiyaçlarımızdan biri olan güzellik arayışında, kendimizi yetkin görmeyişimize neden olacaktır. Oysa estetik ihtiyacımızı doyuran, kendi yarattığımız bir eser, belki bir galeri sahibi için değil ancak bizim için ünlü bir ressamın, ünlü bir eseriyle eşdeğerde doyuma sebep olacaktır.
Sonuç olarak beslenme ihtiyacımızı karşılayacak kadar iyi yemek yapıyorsak aşcı olmamıza gerek yok. Yemek yapıyoruz diye aşçılara karşı ayıp etmiş de olmuyoruz. Yahut “yok canım benim yaptığım yemek değil” demiyoruz. Öyleyse beslenme kadar temel bir ihtiyacımız olan estetik, güzellik arayışı ve üretme hazzını karşılıyorsak buna sanat demenin de bir sakıncası yok. Boyalarla, fırçalarla etrafınızı güzelleştirirken gönül rahatlığıyla ve yüksek sesle “sanat üretiyorum” diyebilirsiniz. Oyalanıyorum, hobi olarak, kafa dağıtıyorum gibi cümlelerle mütevazılık göstermenize hiç gerek yok çünkü sanat üretmek seçilmişlerin değil herkesin hakkıdır.
1 comment
Kesinlikle doğru! Oysa sanatçı denilince aklımıza ilk gelen televizyonda görünen oyuncular oluyor. Kimisi sanatçı dan bahsederken bunların aklından bile geçmiyorlardır. Neyseki bu güzel yazınız sayesinde resim yapmayı devam edeceğim. Bunun için size teşekkür ederim 😊😉