YAZAN: DİLEM CENGİZ
“İnsanlığın en korkunç düşmanlarından ikisini miras aldım; tüketim ve delilik.” Edvard Munch
Resim sanatındaki birçok deha niteliğindeki sanatçıyı –Van Gogh, Caravaggio, Jackson Pollock- erken yaşta kaybettik. Ve bu durum neredeyse, üretken sanatçıların genç ölmesi hakkında bir mit haline geldi. Bunun en büyük örneklerinden biri 27 yaşında bir şekilde hayatını sonlandırmış ve “27’liler Kulübü” olarak anılan müzisyenlerdir.
En uzun yaşayan ressamlardan olan ve yaşlılığında dahi çalışmayı bırakmayan Munch da gençliğinde intihar düşüncesine yatkındı. Günlüğüne bir kere, “Korku, üzüntü ve ölüm melekleri doğduğum günden beri yanımda durdu” diye yazmıştı. Bu kaygılar Munch’ın erken dönem çalışmalarında etkili oldu. Belirli temalara sürekli geri dönmesinin yanı sıra, favori motiflerini tekrar resmetme ve yeniden üzerinde çalışması yaşlılık dönemine kadar devam etti.
1863’te Norveç’te dünyaya gelen Munch, gençliğini acımasız koşullar altında geçirdi. Resim, bir anlamda, yaşadıklarını anlamlandırmak için bir araçtı. Hem annesini hem kız kardeşini tüberkülozdan kaybetti. Bir diğer kız kardeşine ise akıl hastalığı teşhisi kondu. Munch ise çok sık hastalanıyordu.
Yaşamı boyunca yaptığı çalışmalarla Edvard Munch (1863-1944) 19. yüzyıl sembolizmi ve 20. yüzyılın ekspresyonist (dışavurumcu) akımları arasında köprü oldu. Munch, empresyonist ve post empresyonist türlerde de deneyim kazandı. Paris’e taşındı ve bir süre Léon Bonnat’ın yanında çıraklık yaptı. Ardından Berlin’e yaptığı seyahatte sanat çevreleriyle ve dönemin entelektüelleriyle arkadaşlık kurdu.
1886’da “The Sick Child” tablosunu sergilediğinde, bir buluş olduğunu düşündüğü resmine gelen tepkiler düşmancaydı. Bu Munch’a kızkardeşinin ölümünü hatırlatan hassas ve hastalıklı duygular içeren bir sahneydi. Ancak en çok eleştirilen noktası geleneksel bir bitişi olmamasıydı. Ve bu eleştiriler aracılığıyla ilk kez bir tablosunu “ruh tablosu” olarak adlandırdı.
1890’lı yılların başlarında ise “Frieze of Life” adını verdiği, aşk, kaygı ve ölüm temalarını gösteren bir dizi resim üzerinde çalışmaya başladı. Hatta meşhur Çığlık tablosunun da bu seriye dahil olması amaçlanmıştı. Birkaç yıl içerisinde bu seri için, şimdilerde en önemli tablolarının aralarında bulunduğu 22 tablo üretti.
Fotoğraf: Dance of Life, Frieze of Life serisindeki 22 tablodan biri.
Munch çalışmalarında belirli temaları tekrar etmek dışında, bazı çalışmalarını tamamen tekrar resmetti. Bunlardan ünlü olanlarından “Starry Night” tablosunun ilkini 1893’te, ikincisini 1922 senesinde yapmıştır. İkinci çalışma ilkine göre çok daha canlı ve renklidir. Munch’ın çok sevdiği ve üzerine sık sık çalıştığı Oslo manzarasına sahiptir. Ayrıca gençliğinin trajik temalarına daha az yer vardır. Aynı şekilde Munch’ın ilgi çekici özportrelerinde de benzer bir gelişme söz konusudur. Yaşlandıkça daha yumuşak çizgiler göze çarpar. 80 yaşındayken yaptığı son resimlerinden biri “Between the Clock and the Bed” çalışmasında evinin yatak odasına açılan kapısında durmaktadır. Diğer portrelerine ve eve göre daha az yer kaplamaktadır artık. Munch bu portresini yaptıktan kısa bir süre sonra hayata veda etmiştir.
Fotoğraf: Self Portrait: Between the Clock and the Bed”, 1944