YAZAN: ŞİRİN ÖTEN
Bugün Antik Yunan, tiyatrodan resime, heykelden şiire ve müziğe bir çok sanat dalının doğduğu ve geliştiği medeniyet olarak kabul edilir. Sanat eğitimi veren tüm fakültelerde Antik Yunan sanatına genişçe yer verilir. Çok sayıda kuramcı ve tarihçi tarafından, Antik Yunan ve Roma’da günümüzdeki güzel sanatlar kavramının benimsendiği kabul edilir. Ancak Larry Shiner’in bu konuda küçük bir itirazı var. Bu itiraz, bir varsayımın çok ötesinde tarihi verilere ve kapsamlı bir bakış açısına dayanıyor. Günümüzde bir çok dile “sanat” olarak çevrilen kelimenin Antik Yunan’daki karşılığı “Techne” ve bu kelime o dönemde, bugün “zanaat” dediğimiz şeyleri de içine alıyor. Techne kelimesi marangozluk, şiir, tıp, heykelcilik, at terbiyeciliği gibi birbirinden çok farklı alanları kapsayan, insanlardaki imal ve icra kabileyetine işaret eden bir kelime olarak karşımıza çıkıyor.
Antik Yunan ve Roma’da bugünküne benzer bir güzel sanatlar kavramının benimsendiğinin çok sayıda tarihçi tarafından iddia ediliyor olması etimolojik ve sosyolojik incelemeler yapan çok sayıda başka kuramcıyı rahatsız etmiş olacak ki, şu an küçük bir araştırma yaptığınızda bile bu konuda yapılan büyük tartışmaları içeren yazılara rastlamanız mümkün. Sosyal bilimlerin tek doğrusu olmadığı için bu iddialardan hangisini benimsemek gerektiğini söylemek de çok kolay sayılmaz. Ancak Larry Shiner’in “Sanatın İcadı” kitabında ortaya koyduğu veriler, iddiasını son derece güçlü bir hale getiriyor. Sadece günümüze “sanat” olarak çevirilen kelimenin kapsayıcılığı değil, o dönemde yapılan sınıflandırmalar da sanat kavrayışının, günümüzdekinden çok farklı olduğunu ispatlar nitelikte. Elbette Antik Yunan’da da sanatların sınıflandırılmasıyla ilgili birbirinden farklı yaklaşımlar mevcut, bunlardan en belirgin olanı Hizmetçi sanatlar ve Liberal Sanatlar biçimindeki sınıflandırma. Bu sınıflandırmanın kapsamı ilk bakışta günümüzdeki anlayışa yakın gibi görünse de Shiner’e göre asıl karışıklık burdan doğuyor. Bu ayrımın kapsamı kabaca para karşılığı, fiziksel emekle yapılan sanatlar ve eğitimli sınıflara uygun olan entelektüel ve özgür sanatlar olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu kaba tanımdan sonra biraz daha yakından baktığımızda örneğin Müzik, armoni kuramlarını inceleyen ve soyluların eğitimiyle ilgili olan müzik bilimi olarak ele alındığında Liberal sanat kategorisine girerken, insanların hoşça vakit geçirmesine yarayan şarkı söylemek, hizmetçi sanat yada diğer bir adıyla bayağı sanat olarak anılıyordu. Bu sınıflandırmanın bir alt kategorisinde yer alan matematik ve gramer özel sanatlar olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla müzik, matematik ve astronomiyle gruplandırıldığında bir liberal sanat ancak pratik icra olarak bakıldığında hizmetçi sanat olarak görülüp, mimarlık ve denizcilik gibi diğer sanatlarla gruplandırılıyordu. Bu noktada resim ve görsel sanatlar da duvar yahut mekanları süsleme işleviyle, birer hizmetçi sanattı. Şiir ise özel sanatlardan gramer ile ilişkilendirildiği için Liberal sanat kategorisinde anılıyordu.
Yukarıdaki sınıflandırmanın akademik olarak incelenebilecek başka bir çok detayı var elbette ancak bu sınırlı bilgi bile aslında sanat kavramına antik bakışın, bizimkinden epey farklı olduğunu gösterir nitelikte. Antik Yunandaki sanat anlayışına dair ip uçları veren bir alıntı meseleyi daha açıkça ortaya koyacaktır.
“Eski dünyada tıp ve askeri stratejiden tutun da çömlekçilik ve şiire kadar uzanan çeşitli sanatları icra eden insanlar, modern anlamda ne “sanatçı” ne de “zanaatçı” değil zanaatçı/sanatçıydı: Yani becerikli ve incelikli icracılardı. (Larry Shiner, Sanatın İcadı)
Bu tanımlamadan sonra mutlaka altını çizmemiz gereken bir diğer nokta ise hayal gücü ve yaratım unsurlarının modern anlamlarını karşılamadığıdır. Yani eski dünyada sanatçı, belli bir amaç için verilen bir siparişi imal etmedeki başarısıyla değerlendiriliyor, yaratım ve hayal gücü gibi yeteneklerden bahsedilmiyordu. Bugün sipariş ettiğimiz bir elbisenin üzerimize tam oturması ve yakışması halinde “Terzi değil sanki sanatçı” cümlesini kurmamız belki de tesadüf değil, çok kadim bir bilginin genetik transferi…
Başlangıçta “Sanatçı” ve “Zanaatçının” bu ayrılamaz ilişkisinin nerede sekteye uğradığını anlamak için zamanı ileri sarmamız ve Rönesansa kadar gelmemiz gerekiyor. Rönesans ile “Zanaatçı Sanatçının” değişen statüsü ve soylu sınıfın buna etkisi başlı başına bir başka yazının konusu. Meselenin bu kısmını başka bir yazıya bırakarak, Antik Yunan’daki sanat anlayışını lafı dolandırmadan ortaya koyan bir tarihçiden bir alıntıyla yazımızı sonuca vardırmak istiyorum. John Boardman diyor ki;
Sanat için sanat kavramı henüz bilinmiyordu. Ne gerçek bir sanat piyasası vardı, ne de koleksiyoncular: Her türlü sanat eserinin bir işlevi vardı ve sanatçılar da tıpkı ayakkabıcılar gibi herhangi bir malı tedarik eden kimselerdi.
Yukarıdaki bilgiler ışığında Antik Yunan’a tekrar baktığımızda o dönem ortaya konmuş eserler sizce değerini kaybediyor mu? Kendilerini toplumdan, işini iyi yapan herhangi bir icracıdan farklı görmeyen, hatta kendilerine sanatçı bile demeyen bu insanların ürettikleri resim, heykel, tragedya gibi sanat eserleri, bugün hala dimdik ayakta ve çok güçlüyse, modern anlayışta sanatçıya özel bir statü vermek neden gerekli olsun ki?
Şimdi yazının başına dönelim ve bugün dilimize Fransızca’dan geçmiş “teknik” kelimesinin etimolojik kökü olan “Techne” kelimesine tekrar bakalım. “Techne” kelimesi Antik Yunan’dan günümüze “sanat” olarak çevriliyor. Oysa “Techne” kelime anlamıyla “ustalık” demektir. “Sanat” kelimesi Arapça kökenlidir ve “sana” kökünden gelir. Etimolojik sözlüğe göre kelime anlamı ise “imalat, işçilik, ustalık” anlamına gelir. Çoğul hali ise “Sanayidir”. Fransızcadan bir çok dile geçmiş “Art” sözcüğünün etimolojik kökü, Antik Romada “Techne” ile aynı anlama gelen “Ars” sözcüğüdür. Bazen, bazı kavramların gerçek anlamlarını bulmak için yalınlaşmak ve köklere dönmek en iyisidir. Sanatçı olmak için tek ihtiyacımız üretmek, üretirken ustalaşmak ve bunun için çalışmaktır. Sanatla kalın…